KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ SORGULARKEN, MÜLKİYETİİ HİYERARŞİYİ VE İKTİDARI DA SORGULUYORUZ

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
İzmir Şubesi

Yayına Giriş Tarihi

26 Kasım 2008

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Kadın Üyeler Çalışma Grubunun Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle düzenlediği "Şiddet yaşamı esir almadan..." konulu panel 25 Kasım'da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezinde gerçekleştirildi.

 TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Kadın Üyeler Çalışma Grubunun Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle düzenlediği "Şiddet yaşamı esir almadan..." konulu panel 25 Kasım'da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezinde gerçekleştirildi. Yrd. Doç. Dr. Hacer Şekerci'nin yönettiği panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Melek Göregenli, Av. Ayşen Erdoğan ve İnsan Hakları Vakfı YK Üyesi Coşkun Üsterci katıldılar. Kadına yönelik şiddetin kökenlerini sorgulayan konuşmacılar, kadın ve erkeklerin genellikle bu şiddetle yüzleşmekten kaçtıklarını ve görmezden gelmeyi tercih ettiklerini söylediler. Prof. Dr. Melek Göregenli, "Eğer insanlar kadına şiddeti sorgulamaya başlarsa kendileriyle yüzleşmek zorunda kalacaklarını; iktidarı, hiyerarşiyi ve mülkiyeti de sorgulamak zorunda kalacaklarını biliyorlar; bu da göze alınması kolay bir şey değildir." dedi.

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Kadın Üyeler Çalışma Grubu tarafından düzenlenen panelin açılış konuşmasını TMMOB İKK Sekreteri Ferdan Çiftçi Yaptı. Çiftçi, kadınların toplumsal varlıklarını kabul ettirmek için yaşamın zor yollarında erkeklerle birlikte yürüdüklerini ancak bu yolu erkeklerin ayakkabıyla yürürken, kadınların yalın ayak yürümek zorunda kaldıklarını söyledi. Bu nedenle yaşamın her alanında kadın mücadelesini desteklediklerini ve kadınların yanlarında olduklarını ifade eden Ferdan Çiftçi, kadın Çalışma Grubunun üretken çalışmalar ortaya koyduğunu söyledi.

Kadın Çalışma Grubu adına açılış konuşmasını yapan Yrd. Doç. Dr. Hacer Şekerci ise özetle şunları söyledi;

"Ülkemizde kadına yönelik şiddet acil müdahale gerektirecek boyutlara ulaşmıştır. Aile içinde şiddeti yaşayan çocuklarımız, kendi yaşamlarında da şiddet üretiyorlar. Böylece şiddet toplumsal yaşamı hızla teslim almaya başlıyor. Toplumda şiddeti önlemek için önce kadına yönelik şiddeti durdurmamız gerekir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için Hükümeti acil göreve davet ediyoruz. Bir an önce caydırıcı yasalar çıkarılmalı ve var olan yasalar uygulanmalıdır. Namus cinayetlerine "haksız tahrik indiriminin" uygulanmaması konusuna Türk Ceza Kanununda açık ve net biçimde yer verilmelidir."

İlk konuşmacı Coşkun Üsterci, şiddetsizliğin erkekler için öğrenilebilir bir davranış olduğunu belirterek şunları söyledi;

"Şiddetin kaynağının doğada var olduğu ve insan doğasında şiddet bulunduğu iddiaları bilimsel değildir. Hayvanlarda diğer türleri yemek şeklinde gerçekleşen eylem şiddet olarak tanımlanmamaktadır. Hayvanlar ihtiyaçları kadar yiyorlar. Silah kullanmıyorlar, sistematik değiller ve şiddet amacıyla örgütlenmiyorlar. Şiddet, aklın insana oynadığı bir oyundur. Doğal değildir. Çünkü insan şiddeti yenebilecek, "bilinç" denen önemli bir yeteneğe sahiptir.
Fransız Düşünür Rousseau, "Uygarlık, insanın çit'i icat etmesi ve bir alık'ın da çıkıp bu çiti kabul etmesiyle başlamıştır" der.  Şiddetin kaynağı "mülkiyet", "hiyerarşi" ve "iktidar"dır. Şiddetlerin en önemlisi de "kadına yönelik şiddettir". Kadına yönelik şiddette tüm şiddetlerin analizini yapabilirsiniz. Eğer kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırabilirsek, diğer tüm şiddetlerle de mücadelenin yolunu açarız.

Kadına yönelik şiddet, kadınların biyo- psiko-sosyal bütünlüğünü tehlikeye atan her türlü davranış ve tutumdur. Kadınlara şiddet; eşlerinden, diğer bütün aile bireylerinden, dini liderlerden, komşulardan, öğretmenlerden, doktorlardan ve iş arkadaşlarından gelebilir.
Asıl sorumlu ise, bu şiddeti önlemeyi başaramayan, hatta bizzat bu şiddetin uygulayıcısı olan hükümet ve devlettir."

Birçok açıdan vahim sonuçlara yol açan bu gerçeklik, biz erkekleri ciddi bir yüzleşmeye ve hesaplaşmaya zorlamaktadır. Biz erkekler tatlı iktidarlarımızdan vazgeçmeliyiz. Bunu yapmak için önyargılarımızla uğraşmalıyız. İktidarımızı ve sebep olduğumuz ayrımcılığı gerekçelendirmek için, "aslında kadına yönelik şiddet yok, insana yönelik şiddet var" demek konuyu örtülemektir.  Sormak istiyorum size; gece ıssız bir yolda yanından bir kadın geçen bir erkek korkar mı? Korkmaz tabii. Ancak o karanlıkta bir erkekle karşılaşan kadın ölesiye korkar. Bizler iktidarımızdan ve şiddetten vazgeçebilirsek gerçekten erkek olabiliriz."

Avukat Ayşen Erdoğan ise kadına yönelik şiddetle mücadeleye öncelikle hukuk alanında başlanması gerektiğini söyledi. 1979 yılına kadar hiçbir uluslararası anlaşma,  sözleşme metninde "kadına yönelik şiddetin tarif edilmediğini"  belirten Erdoğan özetle şunları söyledi;

"Ülkemizde de 2000 yılına kadar Medeni Yasadan Ceza Yasasına kadar birçok kanun metninde ayrımcılığı teşvik eden çok sayıda madde ve uygulama bulunmaktaydı. Ancak bugün kadın örgütlerinin ve bazı hukuk kurulların yoğun mücadelesi ile yasalarımızda bazı değişiklikler olmuştur fakat bu yeterli değildir. TCK son değişiklikleri 2005 yılında yürürlüğe girdi. Cinsel suçlar açısından olumlu yenilikler getirdi. Ancak yeterli değildir ve yeterince uygulanmamaktadır. Eski ceza kanununda ahlak, şeref, ev, aile düzeni gibi çok soyut, hukuki geçerlilikten yoksun ve zaman içinde değişen kavramlar ön planda tutuluyordu. Namus cinayetleri neredeyse serbestti. Namus adına çocuk öldürme meşruydu, evlilik içi tecavüz suç değildi.

Yeni yasada ise bireysel hak ve özgürlüklerden söz edilmektedir. Cinsel suçlar "kişisel suçlar" başlığı altında yer aldı ve artık soyut kavramlardan pek söz edilmiyor. Ancak "Namus Cinayetlerinde" 29. maddede yer verilen haksız tahrik indirimi yine yoruma açık kalmıştır. "Haksız tahrik" soyut bir fiildir. Biz soyut kavramların yasaya girmemesi için çok mücadele vermiştik ancak ne yazık ki bir kelime oyunuyla birçok soruna yol açılmaktadır. Biz "haksız tahrik"in namus cinayetlerinde yasa metninde yer almamasını istiyoruz.

Töre ve namus cinayetleri farklıdır. Biz yasada özellikle "namus" sözcüğünün geçmesini istedik. Töre cinayetleri, namus cinayetlerinden yalnızca biridir. Yargıtay son kararlarında, töre cinayeti kapsamına alabilmek için "aile meclisi  kararı" aramaya başladı. Ancak aile meclisi kararı tespiti çok güç hatta imkansız bir şeydir. Yasada "töre cinayeti" sözü geçtiği için aile meclisinin ölüme karar vermiş olması aranmaktadır. Aksi halde namus cinayeti olacaktı. Yasanın bu maddesinde de yine bir sözcük oyunu yapılmıştır. Diyarbakır Barosunun yaptığı bir araştırmaya göre Diyarbakır'da işlenen 59 cinayetten 49'unun ağır tahrik altında işlendiği kararı verilmiş ve cezada indirim uygulanmıştır. Bu cinayetleri işleyenlerin % 99'u erkek. Kimi zaman avukatlar, ölen kadının masum olmadığı yönünde savunma yapabilmektedir. Oysa uluslararası sözleşmeler yalnızca hükümetleri bağlamıyor. Bu yasalara göre öldürme eylemini meşru sayılmak ve övmek de suçtur.

Aynı şekilde zorunlu bekaret kontrolü uygulamaları ve 15-18 yaş arasındaki gençlerin kendi rızalarıyla girdikleri cinsel ilişkinin cezalandırılmasına devam ediyor. Bu her iki madde de dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde bulunmamaktadır.

Diğer yandan cinsel taciz ve tecavüz işyerlerinde en fazla görülen şiddet türlerinden biridir. Tehdit, menfaat veya zorla uygulanan bu şiddet türü ne yazık ki görünür de kılınamıyor. Çünkü mağdurun cinsel tacizi veya tecavüzü şikayet konusu yapması kendi açısından sosyal, ekonomik ve toplumsal doğacak birçok sorunu göze alması demektir. Olumlu bir gelişme olarak, cinsel taciz uğrayan açısından haklı iş fesih nedeni sayılmıştır ancak yeterli değildir. Cinsel tacizin kapsamı genişlemeli ve şikayete bağlı olmamalıdır."

Prof. Dr. Melek Göregenli ise "kadına yönelik şiddette  asıl sorunu bulmaya çalışsak ne dememiz gerekirdi?" sorusuyla başladığı konuşmasında özetle şunları dile getirdi;

"Şiddet uygulayan aktörün erkek olduğunu düşündüğümüzde, dünyanın bir yarısının diğer yarısına yönelik şiddetinden söz ediyoruz. Böyle bakıldığında hem başa çıkılması hem de anlaşılması çok zor bir olgu olur. Şöyle bakamayız; bütün erkekler kötü mü? Doğuştan böyle mi geliyorlar? Neden kadınlara bir şekilde şiddet uyguluyorlar? Bütün erkekler uygulamıyor diye aklınızdan geçirebilirsiniz ama en azından dünyanın bu verili  halinin devam etmesine yetecek kadar erkek şiddet uyguluyor ki dünya böyle devam ediyor.

Kadına yönelik şiddet, kendine özgü dinamikleri olan ama aynı zamanda da genel şiddet olgusunu anlamamıza yönelik çok önemli belirleyiciliği olan bir konu. Genelde dile getirilen bir argüman vardır; "Kadına yönelik şiddet yoktur, genel şiddet vardır, kadına yönelik şiddet de bunun bir parçasıdır" diye. Bir ölçüde doğru ve birbiriyle ilişkili iki olgu, ancak kadına yönelik şiddet yine de bağımsız olarak ele alınmalıdır. Çünkü nüfusun bir yarısının diğer yarısına yaptığı şiddetten söz ediyoruz.

Yaptığımız bir araştırmada herkesin yaşamında en az bir kez şiddet uyguladığı ortaya çıkmıştı. Yani hepimiz hem mazlum hem zalimiz. Yine bu araştırmamızda % 99 oranında ilk şiddet olayının ailede yaşandığı ortaya çıkmıştır. Şiddet ailede başlıyor, okulda devam ediyor ve üniversitede bile sürüyor. Askerlikte, çalıştığı kurumda devam ediyor.

Kadın için baktığımızda ise, bu şiddet mağduru olma hikayesinin neredeyse ölünceye kadar sürdüğünü görüyoruz. Eğitimli kadınla eğitimsiz kadının gördüğü şiddet arasında fark olmadığı yönünde bir tez var. Buna kesinlikle katılmıyorum. Evet bu toplumda yaşayan gelir düzeyi yüksek ve eğitimli kadınla, eğitimsiz ve yoksul kadının karşılaşabileceği şiddet, "potansiyel olarak" aynıdır, ancak gördükleri şiddet farklıdır ve eğitimli kadının maruz kaldığı şiddet daha azdır. Bu aslında kadına yönelik şiddeti azaltmanın ve ortadan kaldırmanın anahtarını da elimize veriyor, eğer diğer türlüyse işimiz çok zor.

Benim araştırmamda şu ortaya çıktı ki, kadının eğitim düzeyi düştükçe ve kendi ayakları üzerinde durma gücünü yitirdikçe, pratikte şiddet görme ihtimali ve oranı yükseliyor. Kadınsanız, şiddetten bütünüyle kurtulmanın bir koşulu yok.

Kadına yönelik şiddet tek bir nedenle gerçekleşiyor; verili olan sistemi korumak ve devamını sağlamak amacıyla.

Sistemin insanların zihninde meşrulaştırılması için. Kadınla erkek arasındaki cinsiyetçi yapı diğer tüm hiyerarşiyi de koruyan bir yapıdır. Namus da bundan icat olmuştur.  Kadının belirli bir konumda ve kontrol altında tutulması gerekmektedir ki bu hiyerarşik yapı sürebilsin.

Depresyon daha çok kadınlarda olur. Çünkü kadınlar çoğunlukla en eğitimsizleri bile bu hiyerarşinin ve bu adaletsiz cinsiyetçi düzenin farkındadırlar. Ancak bu adaletsizliği değiştirme ve kendileri için daha adil bir dünya kurmak ellerinden gelmemektedir, çaresizdirler ve bu depresyona neden olur. Farkında olmak ve değiştirememek depresyonun kaynağıdır çünkü.

Cinsiyetçilik, heteroseksizm ile birlikte yürümektedir ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açmaktadır. Heteroseksizmin tek düzgün ve doğru cinsellik olduğu savı da bu düzenin sürebilmesi açısından çok gereklidir. Ve ataerkillik kadına şiddeti besleyen en önemli bir diğer kaynaktır.

Şiddetin doğada, insan doğasında veya genlerinde  olduğu savı, şiddeti meşrulaştırmaya çalışan bir yaklaşımdır. İnsanın doğasında şiddet yoktur. Aslında insanın doğası da yoktur. Yalnızca doğal bir takım temel içgüdüleri vardır. Onlar da çok net şeylerdir. Doymak, barınmak, güvenlik, cinsellik vb.dir. Şiddet diye psikanalitik  anlamda bir şey yoktur.

Cinsiyetçiliğin iki türü göze çarpıyor. Biri saldırgan ya da aşağılayıcı cinsiyetçilik, diğer korumacı cinsiyetçiliktir. İlk cinsiyetçilik, kadını kötücül, kontrol altında tutulması gereken bir varlık olarak tanımlayan mahallenin namusu kılan anlayıştır. "Sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" gibi geleneksel düşüncelerin eşlik ettiği anlayışın modern versiyonlarında örneğin aile bütçesi kadına bırakılmaz. Mesela kredi kartı kullanımında kadınların ek kart sahip olmaları erkeklerin üç katına filan çıkıyor. Aslında çocuğa ek kart alınır. Kadın kendi kendini idare edemez aşağılama anlayışıdır.

Korumacı cinsiyetçilik anlayışı, daha çok okumuş yazmışlar arasında ortaya çıkmaktadır. "Kadın bir çiçektir, onu sevmemiz lazım, annemizdir, cennet onun ayakları altındadır vb." Kadınlar arasında da "kadın olsun çamurdan olsun" diye tezahür eder. Kadınları korumacı bir anlayışla ele almak yine hiyerarşiyi hizmet etmektir. Çünkü, biz onlardan güçlüyüz onları korumamız gerekir düşüncesinden kaynaklanır ve kadınsa haddini bilmeli düşüncesine kadar uzanır.

Bu adaletsizlik nasıl devam ediyor? Bir kadın şiddete ya da tecavüze uğradığında ilk sorduğumuz nerede oldu, nasıl oldu, üzerinde ne vardı gibi bir sürü soru sorarız. Bu soruların altında "acaba bu şiddet veya tecavüzden bir şekilde kurtulamaz mıydı yanıtını arama çabası vardır? Bir tek bu çaba bile şiddet karşısında tarafsız olmadığımızı ve suçu / tahriki veya hatayı mağdurda arama eğiliminin hücrelerimize işlediğini göstermektedir. Yasada bulunan haksız tahrik sebebini bizler de yaratmaya çalışırız.

Bu nedenle kadına yönelik şiddetle mücadele ederken önce dilimizi ve bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Çünkü kullandığımız sözcükler düşüncelerimizi belirliyor. Ve günlük yaşamda dikkatli baktığımızda küfürlerimiz de dahil kadına yönelik şiddetin ve cinsiyetçi anlayışın dilimize derinlemesine işlemiş olduğunu görüyoruz."